Forum Sayfamıza Hoş Geldiniz... İnşallah Güzel Dakikalar Geçirirsiniz..
Forum Sayfamıza Hoş Geldiniz... İnşallah Güzel Dakikalar Geçirirsiniz..
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
SAKIL
binbaşı
binbaşı
SAKIL


Erkek
Mesaj Sayısı : 422
Kayıt tarihi : 15/05/08

Kişi sayfası
motor:
motorPeygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti Empty
Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti Empty

Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti Empty
MesajKonu: Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti   Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti Icon_minitimeC.tesi Mayıs 24, 2008 2:46 pm

Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti


Medine’ye Hicretin Başlaması

Peygamber Efendimiz ile Medineli Müslümanlar arasında cereyan eden Akabe bîatları ve yapılan anlaşmalar, Müslümanlar önünde yep yeni emniyetli bir saha açıyordu. İnançlarını burada serbestçe söyleyebilecek, ibâdetlerini serbestçe ifa edebilecek, dinlerini korkmadan ve çekinmeden yayabileceklerdi. Çünkü, Medine’nin iki güçlü kabilesi olan Evs ve Hazreç onlara kucaklarını açmış, her hal u kârda kendilerini koruyacaklarına ve yardımlarını esirgemeyeceklerine dâir vaadde bulunmuşlardı. İslâm güneşinin Medine’de bütün haşmetiyle parlayacağı şimdiden gözüküyor gibiydi.

Müşrikler, Müslümanların bu emniyetli yere göç edeceklerinden endişe duyarken, Resûl-i Ekrem, hızla İslâmlaşan bu yeni yurdun bir an evvel İslâm merkezi haline gelmesi için her türlü gayreti gösteriyordu.

Mekke’de oldukça nazik bir devre yaşanıyordu. Hz. Resûlullahın Medinelilerle anlaşma akdettiğini duyan müşrikler, Müslümanlara karşı olan zulüm ve işkencelerini daha da arttırdılar. Mesele, âdeta bir ölüm kalım meselesi haline gelmişti.

Mekke’de hayat, onlar için bir azab; içilen su, teneffüs edilen hava, sanki yakıcı bir ateş olmuştu.

Müslümanlar bu sıkıntılı ve acı durumlarını Peygamber Efendimize arzettiler ve hicret için izin istediler. Resûl-i Ekrem, ilk önce, kendisine böyle bir müsâadenin henüz verilmemiş olduğunu belirtti. Ancak, bu açıklamasının üzerinden daha bir kaç gün geçmişti ki, sevinç içinde hicret müsâadesinin verildiğini Müslümanlara şöyle bildirdi:

“Sizin hicret edeceğiniz yurdun, iki kara taşlık arasında hurmalık bir şehir olduğu bana gösterildi ve bildirildi. Mekke’den ayrılmak isteyen oraya gitsin. Medineli Müslüman kardeşleri ile birleşsin. Yüce Allah, onları size kardeş yaptı ve Medine’yi size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı.”1

Görüldüğü gibi, Kureyşli müşriklerin Müslümanlar üzerindeki tehdit ve baskısı, İslâmı “yaşamak” ve “neşretmek” şartlarıyla hayatta kalmaya imkân vermeyecek bir dereceye ulaşınca, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz hicrete izin vermiştir.2 Hz. Âişe’nin, “Mü’min dini için Allah’a veya Resûlüne hicret etmek zorunda idi. Zira, dinini yaşamaktan menedilmesi korkusu vardı” sözü bu durumu ifâde eder.3

“Şu halde hicret, bazı kereler yanlış olarak ifade edildiği gibi bir kaçış değil, bir arayıştır. Dinin tamamen yok edilme noktasına gelen tehdit ve tehlikelerden kurtarılarak yaşatılmasına müsait vasatın aranmasıdır.

“Din, kendisine gaye olarak, fiilen yaşanmayı tesbit etmiştir. Bulunulan yerin şartları, bu gâyenin tahakkukuna imkân vermeyecek duruma geldi ise, oradan hicret etmek şarttır; dinen vecibedir, vazifedir. Bu duruma düşen kimseleri, hicret etmediği takdirde Kur’an-ı Kerim mâzur addetmiyor ve kesinlikle sorumlu tutuyor.4 Bunlar, dinlerini yaşayabilecekleri uygun bir yer aramakla mükelleftirler.”5

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bu müsâadeden sonra “dini yaşayıp neşredebilmek için müsâit yer arama gayreti” olan hicret hareketini inceden inceye düşündü. Müslümanlara hicret ederken ihtiyatlı ve tedbirli davranmalarını sıkı sıkıya tenbih etti. Müşriklerin dikkatini çekmemek için küçük gruplar halinde yola çıkmalarını tavsiye buyurdu.

Peygamber Efendimizin bu müsaâde ve tavsiyelerinden sonra Müslümanlar, bu hareketlerine engel olacak müşriklerin dikkatlerini çekmeyecek şekilde birer ikişer veya küçük gruplar halinde Medine’nin yolunu tuttular.

Herkesten önce Mekke’den Medine’ye hicret etmek üzere ayrılan Sahabî Ebû Seleme İbn-i Abdi’l-Esed idi.

İşin farkına varan Mekkeli müşrikler, görebildiklerini ve yakalayabildiklerini geri çeviriyorlardı. İslâm dininden vazgeçirmek için her türlü çâreye başvuruyorlardı. Öyle ki, gerektiğinde kadınları kocalarından ayırıyor ve kocalarıyla beraber göç etmelerine karşı çıkıyorlardı. Bazıları da hapsi boyluyordu. Fakat, dahilî bir harbin patlamasına sebebiyet verebilir diye kimseyi öldürme cihetine gitmek istemiyorlardı. Bunun dışında akla hayâle gelecek her türlü eziyet ve işkencelerle Müslümanları hicret etmekten vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Fakat Müslümanlar kat’i kararlarını vermişlerdi ve ne pahasına olursa olsun Medine’ye göç edeceklerdi. Nitekim her engeli aşarak hicretlerine devam ettiler.

Onlara nurlu ufuklar şimdiden gülümsüyordu. Baskı ve zulüm çemberinden kurtulup hür ufuklara doğru kanat açıyorlardı. Zaten, Medine ve Medineliler de onları dört gözle bekliyorlardı.

Hz. Ömer’in hicreti

Sâir Müslümanlar gizli gizli hicret ederken, Hz. Ömer kılıcını kuşandı. Yayını, oklarını ve mızrağını alıp Kâbe’ye gitti. Açıkça Kâbe’yi 7 sefer tavaf etti. Orada bulunan müşrik ele başlarına cesaretle şöyle seslendi:

“İşte ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul bırakmak, anasını ağlatmak, çocuklarını öksüz bırakmak isteyen varsa şu vadide önüme çıksın!”1

Bu pervasızca seslenişten sonra, yirmiye yakın Müslümanla gün ortasında Medine’nin yolunu tuttu. Müşriklerden hiç biri arkalarına düşme cesaretini gösteremedi.

Böylece bir kaç ay içinde Müslümanların büyük bir kısmı Medine’ye yerleşmek üzere Mekke’den ayrıldı. Geride Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ile yol tedâriki göremeyecek kadar yoksul olanlar, yolculuk yapmaya takatı bulunmayanlar ve müşrikler tarafından hapsedilenler kaldı.

Resûl-i Ekrem Efendimiz de hicret etmek niyetinde idi. Fakat, bu hususta Cenab-ı Hakkın iznini bekliyordu. Hatta, Hz. Ebû Bekir Medine’ye hicret etmek arzusunu izhar ettikçe, “Sabret! Umulur ki, Allah Teâla, sana bir arkadaş ihsan eder” buyururdu.

Müşriklerin telâşı

Peyder pey Medine’ye hicret eden Müslümanları, Evs ve Hazreç kabileleri son derece güzel karşıladılar. Kendilerine yer gösterip barındırdılar. Evli muhacirler, evli Medineli Müslümanlar tarafından misafir edildiler. Bekâr muhacirler ise, Kubâ’da oturan bekâr Sahabî Sa’d bin Hayseme’ye misafir oldular.

Kureyş müşrikleri hicret eden Müslümanların Medineli Müslümanlar tarafından korunduklarını, yardıma mazhar olduklarını ve onlarla birleşip kuvvetlendiklerini görünce telâşa kapıldılar. Hele, Peygamberimizin de bir gün hicret edip, başlarına geçeceğini, kendilerine karşı savaşabileceğini ve gerektiğinde Şâm ticâret yollarını bile kesebileceğini düşününce telâşları büs bütün arttı.

Derhal bu hususu görüşüp tedbir almak için Dârü’n-Nedve’de toplanmayı kararlaştırdılar.

Dârü’n-Nedve; Resûl-i Ekrem Efendimizin atalarından Kusay bin Kâb’ın, kapısı Kâbe’ye bakan konağı idi. Kureyş ileri gelenleri mühim işlerini hep burada toplanıp konuşur, meşveret ederlerdi.

Peygamber Efendimizin işini görüşmek üzere de, daha önceden kararlaştırdıkları günün sabahında Dârü’n-Nedve’de bir araya geldiler.

Bu sırada düzgün giyimli, cin bakışlı bir ihtiyarın kapıda dikilip durduğunu gördüler. Tanımadıkları bu adama, “Kimsin?” diye sordular.

“Necidli bir ihtiyarım,” diye cevap verdi adam. “Böyle bir toplantının yapılacağını duymuştum. Ben de katılıp fikirlerimi söylemek istedim. Uygun görüp görmediğim tedbirler hususunda mütalâalarımı beyan etmek istiyorum!”

Kureyşliler, “Olur, gir!” dediler ve onu içeri aldılar.

Aslında ihtiyar, insan suretine girmiş bir şeytandı.

Verilen korkunç karar

Toplantıda yüz kadar Kureyşli bulunuyordu. Alınacak karardan hemen haberleri olmasın diye, Hâşimoğullarından sadece İslâm düşmanı Ebû Leheb alınmıştı.

“Muhammed için ne gibi bir tedbir almamız lâzımdır?” diyerek meseleyi görüşmeye açtılar.

Bazıları, “Onu zincire vurup hapsettirelim” fikrini ileri sürdüler.

Necidli bir ihtiyar suretine girmiş olan Şeytan, “Hayır” dedi. “Vallahi bu görüşünüz uygun değildir. Siz onu hapsettirecek olursanız, bunu duyan arkadaşları üzerinize yürürler. Onu elinizden çekip alırlar. Onun telkin ve propagandası ile çoğalarak bu işte size galip gelirler. Siz başka bir tedbir düşününüz.”

Bunun üzerine bazıları, “Onu aramızdan, memleketimizden sürüp çıkaralım! Aramızdan ayrıldıktan sonra nereye giderse gitsin” dediler.

Necidli ihtiyar tekrar söz aldı ve şöyle dedi:

“Hayır, vallahi, bu düşünceniz de yerinde değildir. Onun sözünün güzelliğini, tatlılığını, getirdikleri ve tebliğ ettiği şeylerin insanların kalblerine hâkim olup durduğunu görmüyor musunuz? Onu aranızdan kovacak olursanız, o da Arap kabileleri arasında dolaşır ve onlara hâkim olur. Sonra da üzerinize yürüyerek, size istediğini yapabilir. Onun için siz başka birşey düşününüz!” dedi.

Sonunda Ebû Cehil söz aldı ve “Vallahi, ben onun hakkında hiç bir zaman düşünemeyeceğiniz bir tedbir düşündüm” dedi.

“Nedir o?” diye sordular.

Ebû Cehil fikrini şöyle açıkladı:

“Onu öldürmekten başka çâre yoktur. Bunun için de, aramızda her kabileden güçlü kuvvetli birer delikanlı seçeriz. Sonra onların herbirine keskin birer kılıç veririz. Hepsi birden onu vurup öldürürler. Böylece ondan kurtulmuş oluruz. Kimin öldürdüğü de belli olmaz. Böyle olunca da Haşimiler, bütün kabilelerle çarpışmayı göze alamazlar ve çâr nâçar diyete razı olurlar. Biz de diyetini ödeyip meseleyi hallederiz.”

Necidli ihtiyar kılığına girmiş olan Şeytan ileri atıldı ve “En doğru fikir ve uygun çâre budur” dedi.

Diğerleri de Ebû Cehil’in bu görüşünü kabul ettiler ve dağıldılar.1

* * *


Peygamber Efendimize Hicret İzninin Verilmesi

Kureyş müşrikleri Resûl-i Ekrem Efendimizin vücudunu ortadan kaldırmak için kat’î karar almışlardı ve bunun için faâliyetlerini sürdürüyorlardı. Bu sırada Cenâb-ı Hak, Sevgili Resûlüne hicret emrini verdi.

Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Bekir’in evine her gün sabah veya akşam vakitlerinde uğrardı. Fakat, hicret emrini aldığı gün, öğle vakti sıcağında, âdeti olmadığı bir saatte başını sararak Hz. Ebû Bekir’in evine vardı. Efendimizin geldiği haber verilince Hz. Ebû Bekir şaşırdı ve “Vallahi, Resûlullah bu saatte hiç gelmezdi. Bu gelişinde mutlaka bir iş var” diye konuştu.

Sonra Efendimizi içeri alıp minderinin üzerine oturttu ve “Anam, babam sana fedâ olsun, Yâ Resûlallah, ne haber var?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz, “Yüce Allah, bana Mekke’den çıkmaya ve Medine’ye hicret etmeye izin verdi” buyurdu.

Hz. Ebû Bekir merakla, “Senin refakatınla şereflenecek miyim, yâ Resûlallah?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz, “Evet” deyince gönlüne sürûr, gözlerine sevinç göz yaşları doldu.

Hz. Âişe bu ânı şöyle anlatır:

“O güne kadar, bir insanın sevincinden böylesine ağladığını görmemiştim.”1

Resûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir, Medine’ye kadar kendilerine kılavuzluk etmek üzere, henüz müşrik, fakat güvenilir, sözünde durmasıyla tanınmış biri olan Abdullah bin Ureykit’le anlaştılar. İki binit devesini kendisine teslim ettiler. Üç gün sonra Sevr Dağı eteğinde buluşmak üzere sözleştiler.

Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Bekir’in yanından ayrılarak Hâne-i Saadetine döndü.1

Hz. Cebrâil’in ihbârı

Bu sırada vahiy meleği Cebrâil (a.s.) gelip Peygamber Efendimize müşriklerin kararını bildirdi ve başvuracağı tedbiri de şöyle açıkladı:

“Şimdiye kadar yattığın yatağında, bu gece yatma!”

Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hz. Ali’yi çağırdı ve “Yatağımda bu gece yat uyu! Şu yeşil, geniş aba hırkamı da üzerine ört! Korkma! Sana hiç bir zarar erişmeyecektir” dedi.

Ayrıca Hz. Ali’ye, kendisine teslim edilen emânetleri sahiplerine verinceye kadar da Mekke’de kalmasını emretti.

Mekkeliler, “Muhammedü’l-Emîn” lâkabını verdikleri Peygamber Efendimize son derece güvenirler ve en kıymetli eşyalarını, saklayamamaktan korktukları için ona teslim ederlerdi. Kureyş ileri gelenlerinin, hakkında ölüm kararı aldıkları sırada da kendilerinde emanet olarak bir çok kıymetli eşya vardı. Ama o, bu karara rağmen, emânetlerin sahiplerine verilmesini Hz. Ali’ye emretmekle bir kere daha büyüklüğünü ve emânete sadakatını ortaya koyuyordu.

Peygamberimizin evinin kuşatılması

Plân gereği her kabileden seçilmiş eli kılıçlı iki yüze yakın müşrik, gecenin üçte biri geçince, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin evinin önünde toplandılar. İçlerinde Ebû Cehil, Ebû Leheb ve Ümeyye bin Halef gibi azılıları ve elebaşıları da vardı. Katiller, gecenin geçmesini, aydınlığın etrafı sarmasını ve Fahr-i Âlem’in evinden çıkmasını bekliyorlardı. Zira, âdetlerine göre, bir adamı evinin içinde katletmek korkaklığın en âdisi sayılırdı.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, eli kılıçlı katillerin Hâne-i Sâadetinin etrafını sardıkları sırada evinden çıktı. Yerden aldığı bir avuç toprağı başlarına attı ve “Yasîn Sûresi”nin ilk sekiz âyetini okudu. İçlerinden hiç biri onu görmedi çıkıp gitti.

Bir müddet sonra yanlarına bir hemşehrileri uğradı:

“Burada ne bekleyip duruyorsunuz?” diye sordu.

“Muhammed’i bekliyoruz” dediklerinde, “Muhammed, sizin başınıza toprak saçıp ve içinizden çıkıp gideli hayli vakit olmuş. Hele bir kere üstünüze başınıza bakınız” diyerek gözü dönmüş katillerle âdeta alay etti.

Birbirlerine baktılar. Üzerlerinin toz toprak içinde kalmış olduğunu gördüler. Şaşırıp kaldılar. Derhal Hane-i Sâadetin içerisine baktılar. İçerde birinin abaya sarınıp bürünerek yattığını görünce, “İşte, Muhammed yatıyor” diyerek beklemeye devam ettiler. Tâ ortalık ağarıncaya kadar.

Sabahleyin Resûl-i Kibriyâ Efendimiz yerine Hz. Ali’nin yataktan doğrulup kalktığını görünce, bütün bütün şaşırdılar ve “Vallahi, bize söylenen doğru imiş” dediler.

Sonra da Hz. Ali’ye, “Muhammed nerede?” diye sordular.

Hz. Ali, “Bilmem” deyince hayrette kalıp ne yapacaklarını şaşırdılar.

Cenâb-ı Hak, bu münâsebetle indirdiği âyet-i celîlede şöyle buyurdu:

“Hani kâfirler, bir zaman seni yakalamak, öldürmek ve yurdundan çıkarmak için bir tuzak kurmaya kalkmışlardı. Onlar tuzak kurar, Allah da tuzaklarını başlarına geçirir. Allah, hileyi hile ile cezalandıranların en hayırlısıdır.”1
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Peygamber efendimizin mucizeleri
» Peygamber efendimizin mucizeleri 1

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Dinimiz İslam :: Peygamber Efendimiz (S.A.V)-
Buraya geçin: